Aksakal: ” Evinsiz tartışmalar ülkemize zarar veriyor.”
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.
reklam
Aksakal açıklamasında;
“Değerli basın mensupları, saygıdeğer arkadaşlarım,
Dün itibariyle hastalananlarla iyileşenlerin hemen hemen aynı sayıya ulaştığı, yaşamını yitirenlerin yine 200’ler seviyesinde olduğu pandemi tabelasıyla karşı karşıya kaldık.
Bu manzaraya rağmen aşılama hızı tanımlamasının “neredeyse durma noktasında” şeklinde olması karamsarlık düzeyimizi de en üst noktaya taşımaktadır.
Biz yine aynı çağrılarımızı tekrarlamaya devam edeceğiz, aşı yaptırmayan yurttaşlarımızın hiç zaman kaybetmeden, hemen sağlık kuruluşlarına başvurmalarını önemle rica ediyoruz.
Konya’da merkez üssü Meram İlçesi Kızılören mahallesi olan 5,1 büyüklüğündeki depremin, küresel ısınma ve iklim değişikliği olaylarının önemi açısından çarpıcı bir örnek olduğunu belirtmek isterim. Bu depremde bir can kaybının olmaması en büyük tesellimizdir.
Bu deprem göstermiştir ki, aşırı kuraklığın neden olduğu yer altı su seviyesindeki aşırı düşüşler ve oluşan yer altı boşluklarının oturma yapması hadisenin başlıca nedeni olarak görülmelidir. Zira, Konya ve civarı 4.derece deprem bölgesi olarak bilinir ve bir fay hattına sahip değildir.
Dolayısıyla bu yönde yapılan tüm çalışmalara sınırsız desteğimizi mutlak surette ortaya koyabilmeliyiz, TBMM’nde onaylanan ve dün yürürlüğe giren Paris Antlaşması BM İklim Sözleşmesinin gereğini de koşulsuz yerine getirmeliyiz.
Kasım ayında yaşadığımız hüzünlü günlerden birini de yarın, 12 Kasım 1999’da Düzce depreminde yaşadık. 7,2 büyüklüğündeki bu depremde 845 yurttaşımız hayatını kaybetmiş, 4948 kişi yaralanmıştı.
Onların acısı halâ daha yüreğimizdeki tazeliğini korurken önceki gün Malatya’da bir binanın yıkılmasıyla “biz ne zaman akıllanacağız?” sorusu bir kez daha aklımıza geliyor.
Buradan tüm yurttaşlarımıza da seslenmek isterim; insanın bir bacağını keserseniz ayakta durabilir mi? Bir binanın taşıyıcı elemanı olan kolonlardan bir tanesi bile kesilirse o bina ayakta nasıl kalabilir?
Bu tip vakaları Düzce depreminde de yaşamıştık. Artık aklımızı başımıza almak zorundayız. İnşaatta eksik kullanılan her bir demir, betonda eksik kullanılan her bir torba çimento yaşamımızdan çalınmış demektir.
Bu vesileyle öncelikle Malatya’da çöken binada hiç kimsenin yaşamını yitirmemiş olması bir teselli olsa da bu hepimize ciddi bir uyarıdır. Bir kez daha aynı akıbetle karşı karşıya kalmamak dileğiyle yaralanan tüm yurttaşlarımıza öncelikle geçmiş olsun diyorum.
reklam
Değerli basın mensupları,
Kasım bizim için de özel olarak hüznü ve coşkuyu bir arada yaşadığımız duygu dolu günlerin bulunduğu aydır.
Altı gün önce 5 Kasım’da; partimizin kurucusu ve kuramcısı, Onursal Genel Başkanımız, Başbakanımız Bülent Ecevit’i aramızdan ayrılışının 15. yılında yurdun dört bir yanından gelen sevenleriyle ve örgüt yöneticilerimizle birlikte kabri başında andık.
Dün, 10 Kasım’da; Cumhuriyetimizin ve devletimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete uğurlayışımızın 83. yıldönümünde 83 milyon Türk halkı olarak bir kez daha saygıyla, şükranla, minnetle ve özlemle yâd ettik.
Şu kadarını belirtmeliyim ki; bugün geldiğimiz noktada Atatürk’ün büyüklüğünü bir kez daha görmüş olmanın gururunu ve mutluluğunu yaşıyoruz.
Zira daha dün onun huzuruna çıkmayı zûl görenlerin bugün iltifatların en büyüğüyle hitap ederek övgü, minnet ve şükranlarıyla saygılarını sunması lâik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine olan güven duygularımızın da güçlenmesine katkı koymaktadır.
Böyle olmasını belirtmekten başka bir anlam çıkarma girişimlerini peşinen reddettiğimi, esasen bu topraklar üzerinde yaşayan ve hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun herkesin Atatürkçü olması gerektiğine inanıyorum.
Çünkü özgür ve bağımsız bir ülkede çağdaş medeniyet kuralları içinde yaşama hakkını bizlere bahşeden bir dünya liderini sahiplenmek, esirgemek ve kollamak mecburiyetindeyiz.
Şu kadar ki, bildiğimiz yakın tarih döneminde halkına öncülük etmiş, devlet ya da yeni rejimlerin mimarı olmuş liderlerden, ülkesinin her köşesinde heykelleri ve resimleri ayakta duran tek lider Mustafa Kemal Atatürk’tür!
O’na bunun için dünya lideri denilmiştir.
Üç gün sonra 14 Kasım’da; Demokratik Sol Parti’nin Türkiye ve dünya siyasetindeki 36. yılını tüm örgütlerimizle Atatürk anıtlarına çelenk sunarak, dört gün sonra da 15 Kasım günü; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 38. yıldönümünü yine milletçe coşkuyla ve gururla kutlayacağız.
İşte tüm bu yoğun duyguların arasında birçok önemli gelişmeleri de yakından takip ederek gündeme ilişkin görüş, düşünce ve önerilerimizi sizler aracılığıyla kamuoyuna duyurmaya gayret ediyoruz.
Değerli basın mensupları,
Ülkemizin bugün içinde bulunduğu manzara hakikaten üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir özellik arz etmektedir.
Küresel sistemin “kendince” hayata geçirmeye çalıştığı ve bizim de yer aldığımız coğrafyada yeni devlet yapılandırma stratejileri hesapladıkları gibi gitmiyor.
Zira, adına Büyük Ortadoğu Projesi dedikleri bu stratejiye karşı duran büyük devlet adamı Bülent Ecevit’i bertaraf etmeleri, bazı gizli anlaşmalarla gerçekleştiği yönünde çeşitli iddiaların da ortalıkta dolaştığı AK Parti’nin iktidara getirilmesi projeleri gün geldi kadim Türk devleti karşısında akamete uğramak zorunda kaldı.
Bunun için kendilerine “partner” olarak seçtikleri sözde “Yurtta Sulh Çetesi” de deşifre olup 15 Temmuz’da gerçekleştirdikleri kalkışmada kafası koparılınca şimdi yeni başka yöntemleri hayata geçirme gayretindedirler.
Ülkemizin içine düşürüldüğü ekonomik darboğazın olumsuz etkilerine maruz kalan kesimlerini birer kobay gibi kullanarak kirli emellerine alet etmeye çalışsalar da asil Türk milleti tarihsel geçmişinden aldığı güç ve cesaretle bu oyunları bozarak geleceğe yürüyecektir.
Covid-19 pandemisinin dünya ekonomik sisteminde yarattığı tahribatın etkilerinin elbette gelişmekte olan ülkeler üzerinde farklı bir sonuç yaratacağı aşikârdı. Ancak, gerek jeopolitik konumu, gerekse öz kaynakları güçlü bir devlet olan Türkiye’nin, beklentileri boşa çıkaracak yapısıyla emperyal sistemin saldırılarını daha ne zamana kadar göğüsleyebileceği konusu tartışmadan varestedir.
Bazı işaretlerini geçtiğimiz yıl ABD’de yapılan Başkanlık seçimleri sürecinde gördüğümüz ve bugün olmuş kurgulanan stratejiyi hayata geçirme gayretlerinden vazgeçmeyen bu yapıya karşı topyekûn bir duruş sergilemenin zarureti daha belirgin şekilde ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla bugün siyaset kurumunu alabildiğine dejenere eden evinsiz tartışmalar ülkemize yarardan çok zarar verir mahiyettedir.
Türkiye bu değildir, tarihin hiçbir döneminde bu kadar zafiyeti bir arada yaşamamıştır.
Değerli basın mensupları,
Geçtiğimiz günlerde bir siyasi partimizin milletvekili tarafından “şehit yakını” olduğunu iddia eden bir vatandaşa yönelik, hakikaten hoş görülemeyecek düzeydeki davranışın, siyaset kurumunun DNA’sını bozacak boyutlara vardırılması ne bunu kullananlara, ne de ülke siyasetine olumlu bir katkı yapmayacaktır.
Evet yaşanılan olay sadece bir siyasetçinin değil, herhangi bir insanın dahi tevessül etmemesi gereken kötü bir davranış örneğidir. Fakat konumu ne olursa olsun vuku bulan böyle bir olay sonrasındaki asli sorumluğun bizatihi ilgili şahsın omuzlarında olduğu da kabul edilmelidir.
Siyasette ve sosyal ilişkilerde nezaketin timsali olmuş bir devlet adamının, Bülent Ecevit’in partisinin Genel Başkanı olarak, Bingöl’de yaşanan bu çirkin olayın tarafı olan Milletvekili Lütfü Türkkan’ı şiddetle kınadığımızı öncelikle belirtmek durumundayım.
Eleştirilerin dozu konusunda değerlendirme yapma hakkımızın bir kenarda durması koşuluyla bu Milletvekilinin vekili olduğu milletin ferdine karşı sarf ettiği kötü söz hiçbir gerekçeyle mazur gösterilemez.
Ama bu konuda bir başka önemli husus daha vardır ki, bir kişinin yaptığı bireysel densizlik de o kişinin içinde bulunduğu kurumu külliyen itibarsızlaştırmaya dair haklı bir gerekçe olamaz.
Elbette bu kişinin halen mensubu olduğu Partinin Mecliste üstlendiği Gurup Başkan Vekilliği görevinden ayrılmış olması olumlu karşılansa da eğer kendisi bir irade ortaya koyamıyorsa bulunduğu partinin yetkili organlarının kararıyla mensubu olduğu yapıdan uzaklaştırılması en azından toplumsal infialin etki derecesini düşürecektir.
Milletvekilliğinden ayrılmasına yönelik beklentiler konusuna gelince; bilindiği üzere mevcut yasalarımıza göre bir kişinin milletvekilliğinden istifa etmesi Parti Genel Başkanlarının değil sadece Milletvekilinin kendi iradesine bağlı olmakla birlikte, aynı zamanda TBMM Genel Kurulunun da onayını gerektirmektedir. Bu hususun da gözden uzak tutulmaması gerekir.
Demem odur ki; siyaset kurumunun saygınlığını kısır hamasetlere kurban etmek, bugün biraz fayda sağlar gibi görünse de ileriki aşamalarda kökten zararlara vesile olacaktır, bunun sonuçları da sadece bizleri değil, gelecek kuşakları da olumsuz etkileyecektir.
Değerli basın mensupları,
Küresel sistem bu ve benzeri hadiseleri kaşıyarak veya kullanışlı piyonları eliyle benzer yöntemleri çeşitlendirerek milliyetçi duruş sergileyen mekanizmaları çökertmek isteyecektir. Geçmişte bunun örneklerini hep birlikte gördük, tanık olduk.
Elindeki ekonomik ve diplomatik gücü bir silah olarak orantısızca ve küstahça kullanmaya yeltenecektir. Nitekim geçtiğimiz günlerde bunun örneğini de yaşadık ve halen yaşamaya devam ediyoruz.
Görevleri ülkelerinin Türkiye ile diplomatik ilişkilerini yürütmekle sınırlı olan bir kısım Büyükelçi, görev sınırlarını da zorlayacak biçimde bir kalkışma gerçekleştirmişler, 15 Temmuz hain FETÖ darbe girişiminin silahsız halini denemeye yeltenmişlerdir.
Bu girişimlerine “Türkiye bir müstemleke değildir!” diyerek karşı durduğumuz bu olay her ne kadar iktidar sözcülerince “geri adım attılar” şeklinde bir açıklamayla örtbas edilmeye çalışıldı ise muhatapları tarafından bunun aksinin beyanının hükümet tarafından sineye çekilmesi bir zafiyet göstergesidir.
Bütün bunlara karşın gerek Cumhuriyet Halk Partisi sayın Genel Başkanı’nın aynı mekanizmaları muhatap alarak bir mektup diplomasisi yürütme yöntemi, gerekse İyi Parti sayın Genel Başkanı’nın aynı mekanizmaların toplu kahvaltı davetine icabet etmesi, kendi içimizde olması gereken milli birlik görüntüsünü de zafiyete uğratmaktadır.
Ayrıca uluslararası ticari ya da siyasi ilişkilerde tehdit, şantaj vb. yöntemlerin de asla kabul edilebilir tarafının olmadığı tartışmadan varestedir.
CHP sözcüsü sayın Engin Altay’ın dün Mecliste yaptığı basın toplantısında mezkûr mektup içeriğiyle ilgili olarak “evet şikâyet etmiyoruz, tehdit ediyoruz” diyerek sanki bu gibi ihaleleri sadece AB ülkelerinin firmaları alacakmış gibi algı yaratması ayrı bir trajikomik durum olarak kaşımıza çıkmaktadır.
Peki yarın bu gibi projelere Rusya, Çin, Japonya firmaları girerse başka bir rejim mi uygulayacaklar bunu kendilerine sormak lâzım. Bir olay nasıl ve ne kadar karikatürize edilebilir diye merak edilirse ancak bu ölçüde kötü başka bir örneğini göremeyeceksiniz.
Büyük projeler planlanırken elbette uluslararası finans kuruluşlarından ya da kurumsal yapılardan istifade edilebilir. Günümüz dünyasında ekonominin tartışmasız kurallarından biridir bu yöntem.
Eğer siyaset kurumundaki temsilciler yerli ya da yabancı yatırımcıları, kendi siyasi öngörü ve politikalarına ters düşen konularda bu gibi tehdit dilini kullanmayı tercih ederse, bunun anlamı “ben iktidar olmak istemiyorum” demektir.
Devletleri yönetenler ve yönetme iddiasında bulunanlar mafyavari ağızla konuşma lüksüne sahip değillerdir.
Devletlerin yatırım programları ülkedeki siyasi iradenin ve yetkili kurumların değerlendirmesi kapsamındadır. Fakat bir işin yaptırılması noktasında bunun sınırı, o işi taahhüdüne alacak kuruluşlarla karşılıklı imzalanan resmi sözleşmelerin kapsamını zorlayacak ya da yok sayacak bir nitelik de taşıyamaz.
Değerli basın mensupları,
Cumhurbaşkanı başkanlığında gerçekleştirilen kabine toplantısında elektrik faturaları üzerinden kesilen TRT payı ve Enerji Fonu Kesintilerinin kaldırılması kararı, niteliği itibariyle olumlu görülmekte ise de özellikle dar gelirli yurttaşlarımızın ve asgari ücretle yaşam mücadelesi veren emekçilerimizin yarasına merhem olacak boyutta değildir.
Bu karar, toplam değeri itibariyle TRT açısından kümülatif bir sonuç doğuracak ise de vatandaşın çorbasına anlamlı bir katkı sağlamayacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın öncelikle; 1999 yılında yaşanan büyük Marmara depremleri sırasında sadece o döneme ilişkin olmak kaydıyla uygulamaya sokulan Özel İletişim Vergisi ve Özel Tüketim Vergisi uygulamalarını ortadan kaldıracak bir karara imza atmasını bekliyoruz.
Eğer övünülecek bir karar konuşulacaksa böyle bir Cumhurbaşkanı Kararına toplumun acil ihtiyacı vardır.
Diğer taraftan Emeklilikte Yaşa Takılanların (EYT) mağduriyetlerini gidermek ve Asgari Ücreti belirlemek üzere oluşturulan kurulun çalışmalarına da ışık tutmak isterim.
Asgari ücret tespit çalışmalarına hazırlık yapacak olan kurul üyeleri her ne kadar Maliye Bakanı tarafından güncel enflasyon oranı %20’ler düzeyinde tarif ediliyor ise de bu iddiasının halk tabanında kabul görmediğini, gerçek enflasyonun en az %43 olduğunu gözden uzak tutmamalıdır.
Bu kapsamda yeni belirlenecek asgari ücret tutarının en az 4.090.- lira olarak belirlenmesinin, dört kişilik bir ailenin açlık sınırının hemen üzerinde bir düzeye çıkarılmasını sağlayacağı aşikârdır. Hakkaniyet bunu gerektirir.
Bu süreç başta Türk-İş ve DİSK olmak üzere etkili işçi Konfederasyonları için de bir samimiyet testi olacaktır.
EYT mağdurları açısından yapılacak düzenlemelerde elbette bütçe kaynakları da göz önüne alınarak, elde edilmiş bir hakkın müktesebatı kapsamında kademeli bir geçiş yöntemi benimsenerek muhataplarının beklentileri karşılanmalıdır. Aksi halde dağ fare doğuracaktır.” şeklinde konuştu.
reklam