Aksakal; “’Premature’ doğmuş olan bu çalışmanın yaşam desteği ancak tüm toplumsal kesimlerin içinde yer alacağı bir zeminde sağlanabilir.”
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.
Aksakal açıklamasında;
Değerli basın mensupları, saygıdeğer arkadaşlarım,
Sizleri en içten duygularımla selâmlıyorum, hoş geldiniz.
Toplumsal gerginliğin spor sahalarına da sirayet ettiğine dair görüntüleri üzülerek ve irkilerek izliyoruz. Geçtiğimiz hafta yapılan İzmir’in iki güzide takımının karşılaşmasında yaşananlar hakikaten sözün bittiği yeri tanımlaması açısından çarpıcı bir örnektir.
Spor centilmenliktir, yarıştır, spor kardeşliktir, barıştır. Taraftarların, sporseverlerin de aynı karakterde olması beklenir.
Bir taraftarın, rakip takım oyuncusuna hangi gerekçe ile olursa olsun, savunmasız durumundan istifade ederek öldüresiye bir refleksle saldırıda bulunması asla ve asla kabul edilemez, hoş görülemez!
Altay takımı kalecisi Ozan Evrim Özenç kardeşimize buradan geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum, bu saldırgan meczup hakkında tutuklama kararı yetmez, yargılaması sonrası en ağır cezaya çarptırılması dileğimi de paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Cehaletin boyutunu ve insan olma hasletlerini kaybetmeye başlayan bir toplum haline dönüşme sürecine dair önemli bir örneği daha sunmak isterim.
Tüm insani duygularımı örseleyen, hatta bu tip mahlûklarla aynı toplumda yaşıyor olmaktan utanç duyduğum bir başka olaylar zinciri de Allah’ın yarattığı bir canlıya yönelik canavarca davranışlar üzerine olacaktır.
Bir Belediyenin hayvan barınağında kafasına kürekle vurmak suretiyle köpeği öldüren, yine “sözde bir Kasap’ın” boğayı kafasına vurduğu balyoz darbeleriyle öldürmesi olayını açık bir cinayet olarak tanımlıyorum, bu “mahlûkların” taammüden cinayet suçuyla yargılanmalarının mutlak bir zorunluluk olduğuna inanıyorum.
Fakat ne yazık ki, yasalarımızdaki anlamsız hükümler sebebiyle bu canilerin sorgularından sonra salıverildiklerine dair haberler, örselenen duygularımızı daha da derinleştirmiştir. Umarım, her şeyi içerisine kattıkları bir torba kanuna bu gibi vahşeti yaşatan canilerin de cezalandırılacakları hükümleri koyarlar ve yüreğimizin sızısı diner.
Reklam
Saygıdeğer basın mensupları,
Türkiye olarak tüm dünya ile birlikte uzun zamandır büyük bir ekonomik krizin etkisi altında kurumsal, toplumsal ve bireysel sıkıntıları yaşamaya devam ediyoruz.
Söz konusu sıkıntıların esasen başta tarım ve hayvancılık politikaları olmak üzere ekonomideki yanlış tercihler sebebiyle bu boyutlara geldiğini, küresel entegrasyonu da zorlaştıran mevcut politikalar sebebiyle belirsiz bir süre daha devam edeceği konusundaki görüşlerimizi hep paylaşageldik.
Doğru tekdir ve gerçekler acımasızdır. Herkes, günü zamanı geldiğinde hayatın gerçekleriyle yüzleşmek durumunda kalır.
Üç gün önce İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi İSEDAK’ın 38.nci Toplantısında yaptığı konuşmasında “Türkiye olarak vakitlice aldığımız tedbirler ve uyguladığımız politikalarla bu süreci başarıyla yönetsek de kimi olumsuzlukları biz de hissediyoruz. Tüm dünyada resesyon beklentilerinin artması, tünelin sonundaki ışığın henüz görülmediğine işaret etmektedir.” demek suretiyle Sayın Cumhurbaşkanı da artık açıkça itiraf ediyor.
Demek ki, doğru tespitlerimiz ve sorunlara doğru çözüm önerileri olarak ortaya koyduğumuz yöntemler dikkate alınsa halkın, milletin ve devletin yararına sonuçlara hızla ulaşabileceğimiz görülecektir.
Biz bir muhalefet partisi olarak geçmişte olduğu gibi bugün de hükümetin çalışmalarını yakından izlemeyi sürdürüyoruz.
Uzunca zamandır ekonomide yaşanan sıkıntıların en aza indirilmesi noktasındaki tespit ve önerilerimizi ortaya koymuş, kamuoyu ile de paylaşmıştık.
Bu vesileyle bir kez daha tekrarlamak isterim; gelin inat etmeyin, İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar çerçevesinde Karma Ekonomi modeline geçişi sağlayın, küresel düzeyde enflasyonla başka ülkelerin yüzde 5’lerle, yüzde 18’lerle mücadele ettiği yerde biz yüzde 123’lerle cebelleşmek zorunda kalmayalım.
Büyükşehir Yasasını ilk fırsatta değiştirip köyleri köylülere geri verin ve “kentsel tarım” aymazlığından kurtulup, tarımı köylerde ve kırsalda gerçekleştirmenin gayretinde olalım.
Üretimi artıralım ki, yarın başlayacak olan Asgari Ücret tespit süreçlerinde hem işverenlerimizin, hem de devletin kasası güçlü hale gelsin.
Değerli basın mensupları,
Her alanda ve sektörde olduğu gibi siyaset alanında da ekonomik sıkıntıların etkisi yadsınamaz. Netice itibariyle toplumun refahı, halkın mutluluğu, devletin ve ülkenin uluslararası arenada onurlu ve başı dik bir yaşam sürmesi için siyaset yapıyoruz.
Dolayısıyla, Türkiye’de siyaset yapmanın fiziki ve hukuki zorluklarının yanında bir de ekonomik zorluklarının olduğu tartışmadan varestedir.
Geçtiğimiz süreçlerde ekonomik krizden etkilenen ama ayakta kalmaları gerekliliği konusunda devlet desteğine ihtiyaç duyan birtakım şirketlerin Vergi, SGK borçlarının silinmesi yönünde kararlar ihdas edildiğine tanık olmuştuk.
Demokratik Sol Parti olarak 2020 yılında Demokrasi, Hukuk ve Ekonomi konularında iki kez hazırlayıp Sayın Cumhurbaşkanı ve Parlamentoda temsil edilen partilerin Sayın Genel Başkanları ile Sayın TBMM Başkanı ve Sayın Adalet Bakanına sunduğumuz ÖNERİLER çalışmalarımızda görüşlerimizi açık ve net olarak ortaya koymuştuk.
Bu önerilerimizden bir tanesi de siyasetin finansmanının şeffaflaştırılması ile siyasi partilere genel bütçeden verilen hazine yardımının hakkaniyetsizliği ve adaletsizliğinin giderilmesi üzerineydi.
Bugüne kadar herhangi bir olumlu adım atılmadığı gibi Parlamento çatısı altına giren herkes bu konuda sağır-dilsiz rolü oynamaya devam ediyor!
Bugün bir yeni talebimizi ve önerimizi de gündeme getirmek istiyorum. Mecliste sürekli torba kanunlar çıkartılıyor, bu haklı talebimizin ciddiyetle ele alınmasını ve gereğinin yapılmasını bekliyoruz.
Madem ki, hazine yardımını hakça paylaşmamakta kararlısınız en azından kendi yararlarına faaliyet gösteren birtakım holdinglere gösterdiğiniz yaklaşımı halk yararına faaliyet gösteren siyasi partilere de göstermelisiniz.
Siyasi partiler birer ticarethane değildir, faaliyetlerinde maddi kâr amacı gütmezler. O halde; Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerin, faaliyetlerini bağımsız olarak sürdürebilmeleri için yeterli mali kaynağa sahip olmaları gerekmektedir.
Siyasi Partiler Kanunumuza göre, siyasi partilerin gelirleri esas itibariyle aidat, bağış, mal varlığı ve sosyal etkinliklerden sağlanan gelirler ile parti üye kartı, flama, rozet gibi malzemelerin satışından doğan gelirlerden oluşmaktadır.
Ayrıca belirlenmiş oranın üzerinde oy alan siyasal partilere devlet yardımı yapılması öngörülmüştür.
Üzülerek ifade etmek gerekir ki Türk siyasal hayatında vatandaşlarımızın gönül verdikleri veya üyesi oldukları siyasi partileri küçük mali katkılarıyla yaşatma ve ayakta tutma bilinci henüz yeterli düzeyde değildir.
Buna karşın söz konusu hazine yardımını alamayan siyasi partilerin ayakta kalmaları güçleşmekte, yeterli gelir kaynağından yoksun oldukları için kamusal mali yükümlülüklerini dahi yerine getiremeyip ertelemektedirler.
Bu amaçlara yönelik olarak, siyasi partilerimizin geçmiş vergi ve sosyal güvenlik primi borçlarının tüm sonuçlarıyla silinmesi, ayrıca parti çalışanlarına ödenen ücretlerin gelir vergisinden ve damga vergisinden istisna edilmesi, SGK kesintilerinin devletçe karşılanması yönünde yasal bazı değişiklikler yapılmasını önermekteyiz.
Reklam
Önümüzdeki günlerde bu çalışmamızı başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere Sayın TBMM Başkanı ve Mecliste temsil edilen Siyasi Partilerimize sunacağız.
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
Son dönemlerde ve özellikle 2023 seçimlerine doğru giderken siyasette “dış destek arayışı hastalığı” peydah oldu.
Bir tarafta Amerikacılar, İngiltereciler, Almanyacılar, bir tarafta Rusyacılar, Çinciler, bir tarafta Katarcılar, Suudcular vs.
Hatta bu arada Sayın Kılıçdaroğlu ekonomi ekibine Angela Merkel’in danışmanlarından Jeremy Rifkin’i de katmış, CHP tarihi içinde oldukça dikkat çeken bir tasarruf.
Açıkça ifade etmeliyim ki Demokratik Sol Parti olarak biz “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” anlayışına sahibiz ve tek destek arayışımız vardır o da asil Türk milletinin ta kendisidir!
Evvel emirde bölgemiz ve topraklarımız üzerinde hayalleri ve hevesleri olanlarla asla işimiz olmaz, olamaz.
Onun için öncelikle devletimizin terörle mücadelesine özel bir önem atfediyoruz. Geçmişte bu mücadeleyi yükselttiğimiz için partimiz ve Onursal Genel Başkanımız Bülent Ecevit hedef alındı, DSP parlamentodan uzaklaştırıldı.
Bugün aynı strateji devam ediyor. Dolayısıyla TSK’nin coğrafyamızda sözde bir “Kürt devleti” kurulması planlarına yönelik kararlı mücadelesine desteğimiz tamdır.
Allah kahraman Mehmetçiklerimizin ayağına taş değdirmesin onları muzaffer eylesin. Vatanı uğruna can veren şehitlerimizi de rahmetiyle ve cennetiyle mükâfatlandırsın.
Bölgemizdeki 22 devletin sınırlarını değiştirme küstahlığı içinde çırpınan Amerika’nın stratejisini anladık, biliyoruz.
Zira hadisenin senaristi ve yönetmeni Amerika ama, Rusya konusunda ciddi kaygılarımız var.
Komşumuz Suriye’nin egemenlik alanında palazlandırılan PKK/PYD’nin varlığını korumak adına Türkiye’nin başlattığı silip süpürme operasyonuna temkinli yaklaşmaları ve hatta bu terör örgütlerini “daha güvenli bölgelere” çekme stratejilerini kabul etmek mümkün değildir.
Terör örgütü her yerde terör örgütüdür! Nereye taşırsanız taşıyın, gün gelecek sizi de kanlı girdabında yok etmeye çalışacaktır. Emperyalizmin nihai hedefi de esasen budur.
Rusya şu soruya açık ve net cevap vermelidir; “Bizim komşularımızın topraklarında gözünüz var mı?”
Eğer öyleyse Türk vatanı da tehdit altındadır. Böyle bir olası gizli gündem komşuluk hukukuna aykırıdır, biz buna rıza gösteremeyiz.
Terörle mücadelede neredeyse her gün şehit veriyoruz. Önemli bir hava harekâtıyla başlatılan silip-süpürme operasyonunun yine etkili bir kara harekâtı ile devamı terör örgütlerinin tamamen tasfiyesi noktasında en akılcı strateji olacaktır.
Fakat ne ilginçtir ki, düşünülen askeri stratejiler, planlanan harekâtların çerçevesi ve olasılıkları her gün, her televizyon kanalında kılcal damarlarına kadar konuşma konusu yapılmakta, terör örgütlerine yeni koordinatlar oluşturmaları için fırsat sunulmaktadır.
Basın özgürlüğü denilen mefhum bu değildir.
Ülkesinin bekasını tehlikeye sokacak bir yayına, programa, uluorta yapılan açıklamalara basın ve düşünce özgürlüğü kisvesi giydirilemez!
Bu gibi hassas stratejilerin daha fazla muhabbet konusu yapılmasına fırsat verilmemeli, Türk Silahlı Kuvvetleri de derhal terör örgütünü ve onu besleyen, yaşamasına ortam sağlayan bataklığın kurutulmasına odaklanmalıdır!
Değerli basın mensupları,
Altı siyasi partinin oluşturduğu “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” önermeli Anayasa değişikliğine ilişkin çalışması geçtiğimiz günlerde kamuoyuyla paylaşıldı.
Bu çalışmanın tamamını içeren doküman henüz bize ulaşmadı ise de parti yetkililerinin açıkladığı başlıklar itibariyle değerlendirildiğinde yaklaşık 9 ay verilen bir emeğin karşılığı ağırlıkta olmadığı öne çıkıyor.
Mevcut Anayasanın 24’üncü maddesinin herhangi bir şekilde ele alınmamış olmasının değerli olduğunu belirterek başlamak isterim. Bununla beraber kuvvetler ayrılığı prensibinin mutlak surette yeniden etkin hale getirilmesi niyeti de aynı düzeyde değerlidir.
Bunun dışında öncelikle Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi yöntemi değiştirilmemiş ama “yetkisiz, niteliksiz ve etki gücü olmayan” sembolik bir Cumhurbaşkanı’nın ülkeyi dünya siyasetinde ne denli edilgen göstereceği hususu gözden uzak tutulmuş görünüyor.
Tabii ki burada yüzde 50+1 oyla halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı, yüzde 20 – 30 oyla parlamentodaki en çok sandalyeye sahip bir partinin Genel Başkanın, yani hükümeti kurma görevi verdiği bir Başbakan’ın güdümünde nasıl görev yapacağı ayrı bir tartışma konusudur.
Açıklanan Anayasa değişikliği önerisi içeriğinde bazı maddeler de var ki, tamamen olası Cumhurbaşkanı adayına desteklerini sağlamak amacıyla bölücü terör örgütünün siyasi ayağı olan HDP’ye şirin görünme gayretinden başka bir anlam ifade etmediği herkes tarafından kabul edilmelidir.
Türkiye’de bugüne kadar hangi partiden olursa olsun görevden alınan Belediye Başkanlarının “yüz kızartıcı olan” suçlar dışında en çok HDP’den seçilenler olduğunu artık cümle âlem biliyor.
Zaten onlar bu uygulamanın kaldırılmasını ısrarla isteyen kesimdir. Terör örgütüne yardım ve yataklık yapan, örgütle koordinasyon içerisinde ve hatta PKK terör örgütünün denetiminde görev yapan bu belediye Başkanlarının görevden alınmasının zorlaştırılması hükümlerini içeren bir Anayasa değişikliği önerisi iyi niyetle, demokrasiyle, insan haklarıyla izah edilemez.
Zira 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 93’üncü maddesinde belirtildiği üzere “Belediyelerin seçilmiş organları veya bu organların üyeleri hakkında görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile soruşturma veya kovuşturma açılması halinde, İçişleri Bakanı geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar bu organları veya organların üyelerini görevden uzaklaştırabilir.” hükmü açıktır.
Tabii bir de bu konudaki değişiklik önerisinde Danıştay’ın muhatap kılınmış olması, hukuk sistemimize yabancı bir el tarafından bu önerilerin hazırlanmış olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir.
Zira bir yerel yöneticinin soruşturma ve kovuşturmaya matuf suçları ile ilgili hukuk mekanizması Adli Yargıyı ilgilendirir. Danıştay kurumu idari mekanizmada yaşanan yönetimsel ihtilafların ya da özlük haklarına ilişkin çekişmelerin sonuçlandırmakla yetkilidir.
“Premature” doğmuş olan bu çalışmanın yaşam desteği ancak tüm toplumsal kesimlerin içinde yer alacağı bir zeminde sağlanabilir.
Kısacası, AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı kriterlerinde gördüğümüz bu değişiklik önerisi esasen, Anayasamızın 14’üncü maddesinde vücut bulan “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.” hükmüyle de taban tabana zıttır.
Dolayısıyla bu değişiklik önerisi hem zaman içerisinde farklı boyutlarda değerlendirmeye muhtaç, hem de seçim sonrası oluşacak sonuçların boyutu itibariyle temkinle yaklaşılacaktır.
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlar,
Esasen eleştirilen ve birçoğuna bizim de katıldığımız mevcut hukuksal dejenerasyonun başlangıç noktası 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen Anayasa değişikliği olmuştur.
Ne acı ve ne gariptir ki, bugün yeni bir Anayasa çalışmasına taraf olanların neredeyse tamamı 2010’da “Yetmez ama EVET!” diyenlerle, 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini kurgulayıp buna EVET oyu verenler ve tüm seçmenlere EVET dedirtmeye çalışanlardan oluşmaktadır.
Peki; bunca kötülüğü milletine ve halkına müstahak gören siyasi figürlere cezai olmasa da “siyaseten” bir müeyyide yok mudur? Elbette olmalıdır, bu hal ve şart altındaki bir siyasetçi hiç olmazsa eşine, işine, aşına geri dönme erdemini gösterebilmelidir.
İşte o zaman toplumda gerçek Adalet sağlanabilir.” şeklinde konuştu.
Reklam
http://www.asitemizlik.com.tr, Bu Reklam Linki ile firmamıza başvuru yapanlara firmamız tarafından %10 indirim yapılacaktır.