Meryem ÇOLAK:”YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI”
Eğitim Sen İskenderun Şubesi Kadın Komisyonu adına, Şube Kadın Sekreteri Meryem Çolak Keskin 8 Mart Kadınların Uluslararası Birlik ve Mücadele ve Dayanışma Günü ile ilgili basın Açıklaması yayımladı.
166 yıl önce New York’ta tekstil işçisi kadınların ağır çalışma koşulları ve düşük ücretlere karşı çıkarak örgütlü ilk kadın grevini gerçekleştirdi. Greve yönelik polis saldırısı ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesinin ardından çıkan yangında, fabrika önüne kurulan barikatlardan kaçamayan 129 kadın hayatını kaybetti.
26–27 Ağustos 1910’da Danimarka’nın Kopenhag kentinde II. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında Clara Zetkin, 8 Mart’ın 1857’de tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanması önerisinde bulundu. Öneri oy birliğiyle kabul edildi.
8 Mart Türkiye’de ilk kez 1921 yılında Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başlandı. 12 Eylül 1980 darbesiyle dört yıl bir araya gelinemedi, 1984’te yeniden alanlara çıkılmaya başlandı.
KESK’te örgütlenen kadınlar olarak en az 166 yıl öncesinden bugüne emek, hak ve eşitlik mücadelesi uğruna hayatını kaybeden kadınların mücadelelerini selamlıyoruz. Onların sesine sesimizi katarak ayrımcılığa, şiddete, eşitsizliğe, sömürüye, gericiliğe, baskılara ve savaşlara karşı sesimizi yükseltiyoruz.
6 Şubat depreminin üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti ne acımız, yasımız dindi, ne öfkemiz bitti. Depremin yaşandığı kentlerde yaşam hala çadırlarda, konteynerlerde oldukça zor koşullarda sürüyor. Aradan bir yıldan fazla zaman geçti ama Siyasi iktidar hayatı sürdürmek için gereken asgari koşulların oluşturulması için herhangi bir ihtiyacı karşılamaya yönelik kayda değer bir girişimde bulunulmadı. Kışla beraber, yağmurla, fırtınayla, sellerle daha da zorlaşan koşullarda kadınların omzuna yüklenen sorumluluklar, bakım emeğinin kadınların görevi sayılması nedeniyle arttıkça artıyor. Depremin enkazından çıkıp da ayakta nasıl kaldığına şaşırdığımız iktidarın en yetkili şahsı ise depremin yıldönümü için geldiği Hatay’da “Benden olmayana, benim gibi düşünmeyene hizmet yok” anlamına gelen sözler söylüyor. Bu sözlerden de depremden bu yana neden hizmet alamadığımızı, neden çaresizliğe terk edildiğimizi ve yıllardır nasıl bir zihniyetle yönetildiğimizi bir kez daha anlamış olduk.
İmar afları ile sermayeye rant alanı açanlar, uluslararası sermayeye her türlü kolaylığı sağlamayı sürdürüyor. İktidarın gündemi ne doğa ne emek. Çok değil iki hafta önce Erzincan İliç’te, çevre örgütlerinin ve ilgili meslek odalarının raporları görmezden gelinerek kapasitesi arttırılan altın madeninde toprak kayması nedeniyle büyük bir göçük meydana geldi. Dokuz işçinin siyanürlü toprak yığının altında kalması, tüm bölgeyi etkileyecek bir çevre felaketinin yaşanması olması siyasi iktidarı durdurmaya yetmiyor. İliç’te yaşanan bu olayın etkisini yıllarca yaşayacağımız açıkken iktidar yeni yeni altın madeni rezerv alanlarına izin vermeye devam ediyor. Türkiye’nin her yerinde, rant uğruna orman katliamları, doğa katliamları yaşanıyor.
Türkiye’ de her gün en az 3 kadın katlediliyor. Hatta geçtiğimiz hafta maalesef 2 gün içinde 8 kadın hayatını kaybetti. Failler bu cesareti nereden alıyor? Failler cezasızlık, korumasızlık ve hukuksuzluk nedeniyle etrafta gezmeyi sürdürüyor. Ama siyasi iktidar ataerkil kapitalist sistemin ihtiyaçlarına uygun biçimde, fiili kürtaj yasakları ve nüfus politikalarıyla kadın bedenleri üzerinden, kadın cinselliği ve doğurganlığını denetlemeyi sürdürüyor.
Siyasi iktidar ve yanına aldığı ittifaklar Kadına Karşı Şiddetin ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuzca çıktı, 6284 Sayılı Kanun’un yerli ve milli olmadığını her fırsatta dillendiren iktidar, gerici-milliyetçi yeni ittifakı ve medyasıyla kadın ve LGBTİ+ düşmanlığını, nefret söylemini yaygınlaştırıyor. Medeni Yasada yer alan kadınların lehine maddeleri hedef alan iktidar, yanına tarikat ve cemaatleri de alarak mücadele ile elde ettiğimiz haklarımızı gasp etmeye çalışıyor.
Bütün bunların temel amacının laikliği hedef almak olduğunu biliyoruz. Biz laikliğin yaşamsal olduğunu biliyoruz ve her fırsatta söylüyoruz. Laikliğin ortadan kalkmasının en ağır faturasını kadınların ve çocukların ödeyeceğini biliyoruz. İran’da sadece iki yıl önce başörtüsünü düzgün takmadığı gerekçesiyle katledilen Mahsa Amini’den biliyoruz. Onun ardından sokaklara dökülen binlerce insanın sokak ortasında katledilmesinden, binlerce kişinin hukuksuzca infaz edilmesinden biliyoruz. Afganistan’da kız çocuklarına eğitim hakkının tamamen yasaklanmasından, kadınların sokağa çıkamamasından, üniversite mezunu ve meslek sahibi kadınların işlerinden olmalarından biliyoruz. Ancak biz kadınlar diyoruz ki, laiklik yaşamsaldır, vazgeçmiyoruz!
4+4+4 eğitim sistemi ve MEB yönetmeliklerinde yapılan değişiklikler özellikle kız çocuklarını evlilik adı altında istismara maruz bırakarak eğitimden koparıyor; ÇEDES gibi projelerle bilimsel ve laik eğitim yok edilmek isteniyor; çocuklara çok küçük yaştan itibaren katı cinsiyetçi iş bölümünü yeniden üretecek pratikler öğretiliyor. Fetvalarla, Diyanet’le bu sistem destekleniyor. Siyasi iktidarı ÇEDES projesi gibi laik ve bilimsel eğitimi hedef alan uygulamalardan derhal vazgeçmeye çağırıyoruz.
Ülkede ve dünyada yaşanan tüm krizlerin bedelinin bize, kadınlara ödetilmeye çalışılmasına tahammülümüz kalmadı. Her geçen gün yoksullaşıyoruz, Türkiye’de ve dünyanın hemen her yerinde kadınlar büyük ölçüde herhangi bir sosyal güvence olmadan, kayıt dışı çalıştırılıyor, “ucuz emek gücü” olarak görülüyor ve eşit değerde işe eşit ücretten yoksun bırakılıyor.
Kamusal hizmet kapsamında devletlerin sorumluluğunda olması gereken çocuk, hasta, yaşlı, engelli bakımı sosyal destek politikalarının geliştirilmemesi, metalaştırılan hizmetlerin fiyatlarının çok yüksek olmasıyla kadına yükleniyor. Kadınlar bu nedenle istihdamdan kopuyor ya da istihdam alanına giremiyor. Emeğimizin görünür ve değerli olmasını sağlamaya yönelik herhangi bir düzenleme de yapılmıyor. Kadınlar kamusal alandan, sosyal yaşamdan, üretimden uzaklaşmak zorunda bırakılıyor.
Ülke bu koşullar altında 31 Mart’ta yerel seçime hazırlanıyor. Merkezi seçimlerde olduğu gibi bu seçim de kadın temsiliyetinin sınırlı kaldığı, erkeklerden oluşan adayların büyük oranda yönetimlere geleceği bir seçim olacak. Kadınların taleplerini pembe otobüsler ile karşılayacağını düşünen iktidarın toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak mekanizmalar hayata geçirilene kadar mücadele etmeyi sürdüreceğimizi bilmesini istiyoruz. Bugüne kadar elde ettiğimiz kazanımları seçimle değil, mücadeleyle, direnişle elde ettik. Bundan sonra da mücadele etmeye, direnmeye devam edeceğiz.
Bizler kadın mücadelesine dönük tüm bu baskı ve şiddet politikalarının dönemsel değil stratejik ve ideolojik olduğunu farkındayız. Tüm bu olumsuz tabloya, köktendinciliğin kendisini kurumsallaştırma girişimlerine rağmen, kadınların yaşamın her alanına eşit ve özgür katıldığı, gerçek anlamda demokrasinin ve barışın, laik bir yönetim biçiminin inşa edildiği bir ülke yaratmanın mümkün olduğunu biliyoruz.
Bu 8 Mart’ta da kamu emekçisi kadınları EMEĞİMİZ BEDENİMİZ KİMLİĞİMİZ BİZİM; MÜCADELEDE KARARLI ÖZGÜRLÜKTE ISRARCIYIZ şiarı ile işyerlerimizde, alanlarda yaşadığımız her yerde mücadele etmeye, eşitlik, özgürlük, emek, hak, adalet, barış ve laiklik için yıllardır verdiğimiz mücadeleye omuz vermeye çağırıyoruz.
Evde, işte, tarlada, okulda, hastanede kısacası her yerde, emeği ve hakları için mücadele eden tüm kadınların 8 Mart Kadınların Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma gününü kutluyoruz” dedi.