TÖB-SEN: “SEFALET VE YOKSULLUK KADERİMİZ DEĞİLDİR,BELİRLENEN ASGARİ ÜCRET KABUL EDİLEMEZ”
Tüm Öğretmenler Birliği Sendikası (TÖB-SEN) açıklanan asgari ücretin hayat pahalılığında yeterli olmadığına dair tepki olarak basın açıklamasında bulundu.
TÖP-SEN’in yaptığı basın açıklamasın da yürütme kurulu adına genel başkan Deniz Ezer şu ifadelere yer verdi : “2024 yılı itibarıyla, Türkiye’de asgari ücret 22.104 TL olarak belirlenmiştir. İktidar bu artışı %30 olarak ifade ederek iyi bir artış yaptığına dair bir algı çalışmasına girmiştir. Bu artış gerçek enflasyon oranlarıyla karşılaştırıldığında emekçileri yalnızca sefalet’e mahkum etme olmaktan öteye gitmemektedir. Gerçek enflasyon, %70’leri aşan oranlarla halkın alım gücünü derinden sarsmaktadır. Bu ortamda, asgari ücretle geçinen milyonlarca emekçi, her geçen gün daha da zorlaşan yaşam koşullarıyla başa çıkamamaktadır. Ancak hükümet, kendi maaşlarına ve harcamalarına yüksek oranlarda zam yaparken, emekçilerin geçim mücadelesine dair herhangi bir çözüm sunmamaktadır.
22.104 TL yeni asgari ücret, TÜİK yoluyla gerçek dışı belirlenen yüzde 47’lik enflasyon oranının bile altında kalmıştır. Her şeye vergi yükümlülüğünün getirildiği nefes temel tüketim maddelerinde yüzde 60 lık zamların engellenemediği, vergi ve harçların yüzde 44 arttığı, aralık ayı itibarıyla kiraların yüzde 60-70 oranında yükseldiği bir dönemde asgari ücretin yüzde 30 artırılması vicdanide değildir. Asgari ücretteki patron desteğinin bile asgari ücretin kendisinden daha fazla yüksek oranda artırılması, bu masanın aslında patronlar çin kurulduğunu göstermektedir. Yoksulluk sınırı 70 bin TL
iken bir evde iki asgari ücretli çalışan bile yoksulluk sınırına ulaşmamaktadır. Dolayısıyla asgari ücret en az 35 bin TL olmalıydı. Üstelik resmi olarak çalışan nüfusun yaklaşık yüzde 45’i gerçekte yüzde 60’ı asgari ücretle, yüzde 70’inin ise asgari ücretin çok az üzerinde ücretlerle çalıştığı düşünülünce, asgari ücretin anlamı emekçiyi açlığa, sefalete mahkum etmek olmuştur.
Bu süreçte, hükümetin yaptığı örtülü ödenek düzenlemeleri ve halkın vergilerinin nasıl kullanıldığına dair şeffaflık eksiklikleri, emekçilerin haklarını daha da göz ardı etmekte, halkın kaynakları daha fazla el değiştirmektedir. Ancak kimse, “Bu halk ne yer, ne içer, nasıl yaşar?” diye sormuyor. Oysa bu sorular, en temel insani ihtiyaçların karşılanabilmesi için kritik öneme sahiptir. Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıfının yaşadığı bu çıkmaz, sadece ekonomik bir kriz değil, aynı zamanda sosyal ve insani bir krize de işaret etmektedir.
Ayrıca belirtmek isteriz ki; bugün, emekçilerin haklarını savunmak adına hareket etmesi gereken yetkili sendikalar, bu görevi yerine getirmekten uzak durumdadır. Türk-İş, Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen gibi sendikalar, emekçi haklarını savunma ve toplumsal adalet mücadelesi vermek bir yana iktidar ile danışıklı döğüş yaparak emek sınıfına ihanet etmiş durumdalar. Bu sendikalar, mücadelenin özünden saparak, hükümetin politikalarına hizmet eden ve emekçilerin haklarını pazarlık konusu yapan kurumlardan biri haline gelmişlerdir. Türk-İş, işçilerin haklarını savunmak yerine, hükümetin çıkarları doğrultusunda hareket ederken, Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen de kamu çalışanlarının ve öğretmenlerin haklarını aynı şekilde ihmal etmişlerdir. Bu sendikalar, toplumsal sorumluluklarını ve sınıf dayanışmasını unutarak, sadece bireysel çıkarlar peşinden gitmişlerdir.
Ancak Örgütlü Mücadele ile Haklarımızı Kazanabiliriz
Emekçilerin yaşadığı bu zorlukları aşabilmesinin yolu, yalnızca bireysel çıkarları bir kenara bırakıp, ortak sınıf çıkarları doğrultusunda birleşmeleridir. Bizlerin dünya görüşü farklı olabilir, ancak bizi sömüren aynı düzene karşı birlikte mücadele etmek zorundayız. Bireysel çıkarlar, geçici ve yüzeysel bir tatmin sağlar; oysa sınıf çıkarları, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir çözüm üretir. Emekçilerin haklarını savunmak için sınıf dayanışmasını güçlendirmeli ve bu mücadelenin yalnızca ekonomik değil, sosyal ve siyasi bir boyutunun da farkında olmalıyız.
Bu mücadeleyi kazanmak için, gerçek anlamda üyelerinin haklarını savunmaya çalışan, hükümete karşı bağımsız hareket edebilen, işçilerin ve kamu çalışanlarının sesini duyurabilecek sendikalara ihtiyaç vardır.
Birlikte hareket ederek, yalnızca bugünün sorunlarına çözüm bulmakla kalmayacak, aynı zamanda yarının daha adil, daha eşitlikçi ve daha insan onuruna yakışır bir toplumunun temellerini atacağız. Haklarımızı almak için birleşmeli, sesimizi birlikte yükseltmeli ve bu mücadeleye katılmalıyız. Unutmayalım, hak verilmez, alınır! Bu, yalnızca emek sınıfının değil, tüm toplumun geleceğini yeniden inşa etme günüdür ” dedi.